AKP maharetini kaybediyor. İktisadi ve toplumsal alanda her şeyi alınır-satılır kılarken ve siyasi alanda her türlü değere el koyarken, kullandığı dil iflas ediyor. Toplumsal kesimler, AKP’nin dilinin örtüsünü kaldırarak, hakikati ifşa ediyor.
AKP maharetini KAYBEDİYOR
AKP son bir haftadır bir yandan BDP’ye tehditler yöneltir ve polemiğe girmeye çalışırken; bir yandan da PKK’nin seçim öncesinde çatışma yaratacağına ya da BDP’nin ayrışacağına dair çeşitli söylenceler yayıyor. Bunlar AKP’nin, BDP ve PKK’nin son dönemde yaptıkları birkaç atılımdan ne derece rahatsız olduğunu ve bu atılımları geriletmek için BDP ve PKK’yi yıpratarak, çözüm süreci öncesi durumlarına geri döndürmeyi hedeflediğini gösteriyor. Şöyle ki: Yapılan ve planlanan konferanslar, Türkiye’den Kandil’e doğru ziyaretler, Gezi direnişi ve HDK-HDP oluşumu sonucunda Kürt Özgürlük Hareketi 30 yıllık savaşın dayattığı toplumsal ve siyasal sınırlarını aşmaya başladı. Devlet ve hükümet merkezli olmayan sivil müzakere alanları açtı. AKP’ye alternatif bir dünyanın olabileceği ihtimalini açığa çıkardı. Bunların sonucunda ise hem Türkiye hem de Kürdistan’ı kapsayabilecek bir üçüncü yol ihtimali günden güne kuvvetlenmeye başladı. AKP ise demokratik paketle olsun, son zamanlarda basına yansıyan provokatif beyanatlarla olsun durumu eskiye döndürmeye; Kürt Özgürlük Hareketi’ni ulusal bir öznelliğe indirgeyip; kendini de Türkiye’nin tek temsilcisi kılarak bu farklı müzakere alanlarını kapamaya çalışıyor.
Yaratıcı bir siyaset AKP’yi rahatsız eden bu alanları çoğaltmaktan, çoğullaştırmaktan geçer. Bu iki bölümlük yazı dizisinin birinci bölümünde AKP’nin son on yıllık siyaseti sonucu kurmaya çalıştığı siyasi ve sosyolojik alanı tariflemek amacı güdüyorum. İkinci yazı ise Kürt Özgürlük Hareketi ve stratejik bir ittifaka girdiği HDK’nin bu siyasi ve sosyolojik alan karşısında toplumsal muhalefeti nasıl güçlendirebileceğine dair bir ön-analiz içerecek.
AKP
Geçtiğimiz günlerde kamuoyunu meşgul eden demokratikleşme paketi, AKP’nin çözüm, barış ve demokrasi ile ilgili yaklaşımını bir kez daha açığa çıkardı. Reel politik açıdan baktığımızda paketin içler acısı içeriği farklı kesimler tarafından çoktan ifşa edildi. Sosyolojik bir bakış açısından değerlendirdiğimizde ise AKP’nin demokratikleşme ile ilgili siyasi projesini dikkat çekici kılan daha önemli bir nokta AKP’nin toplumsal ve iktisadi olarak yürüttüğü yapılanmanın, yani her şeyi alınır-satılır kılma çabasının yeni bir tezahürü olmasıdır.
AKP’nin büyük bir içtenlik ve sadakatle benimsediği neoliberal kapitalizm, HES’ler, barajlar, madenler ve orman yıkımları ile doğanın ve toprağın, kentsel dönüşüm ve tapulaştırma yoluyla kentsel ve kırsal mekanın ve devasa kent projeleri ve turistikleştirme ile ortak yaşam alanlarının kullanıcılarından ayrıştırılmasını, pazar mantığına tabi tutulmasını ve mülkleştirilmesini içeriyor. Üstelik AKP bu mülkleştirmeyi aynı zamanda millileştirme olarak da görüyor. Yakın tarihe kadar devletin sahibinin Kemalist elitler olduğundan yola çıkarak, kamusal alanların yeni zenginleşen AKP’li kesimlere satılmasını, buraların asli ve milli sahiplerine kavuşması olarak hikayelendiriyor. Aynı şekilde sağlık sektöründeki reformlardan eğitim alanında yaşanan değişimlere kadar her türlü sosyal politika değişimini de devletin nimetlerinin Kemalist elitlerden alınarak millete teslim edilmesi olarak gösteriyor. Ne yazık ki Kemalist elitlerin gazabından çokça çekmiş halklar için AKP’nin söylemini göreceli olarak hala geçerli kılan da bu. AKP’nin mahareti, Türkiye’nin çoklu mağduriyet tarihini kendini merkeze koyarak, tüm ezilenlerin ve tüm milletin tarihi olarak anlatabilmesi. Böylelikle yaşamı savunmanın, kamusal alanı savunmanın, laik öğretimi ya da garantili işi savunmanın yani AKP’nin politikalarına karşı çıkmanın kendisi ya darbecilik, ya da marjinallik haline geliyor.
Ancak şimdi artık daha da iyi anladığımız gibi neoliberalizm sadece iktisadi yaşamı ilgilendirmiyor. Doğal ve kamusal kaynakların kalkınma, millileşme ya da ahlakileşme kisvesi altında hem devlete hem de AKP’li sermayeye yeni rant alanları açacak şekilde yeniden bölüşülmesi ile yetinmiyor. Neoliberalizm aynı zamanda, toplumsal olarak üretilen tüm değerlerin de üreticilerden koparılarak ve üretilme tarihinden ve hafızasından ayrıştırılarak pazarın, değiş-tokuşun kanunlarına boyun eğdirilmesi anlamını taşıyor. Örneğin tarihle yüzleşme, Ergenekon mahkemelerinde olduğu gibi, asıl kurbanların dışlandığı, adlarının bile asla anılmadığı mahkeme salonlarında gerçekleşiyor. Yüzleşme bunu talep etmişlerden soyutlanarak AKP’ye ait bir başarı haline getiriliyor. Hanesine yazılıyor. Örneğin anadil hakkı, bu hakkı değerli kılmış canlardan, kavgalardan, soyutlanarak alınır satılır kılınıyor. Yeni bir tahakküm ve sömürü alanı içine sokuluyor. Örneğin demokrasi, uğruna savaşanlar unutturulmaya kalkışılarak, birilerinin beğeneceği ya da beğenmeyeceği, bir dizi talebe indirgeniyor. Ölçülüyor, biçiliyor, iskontoya uğratılıyor, pazarlığa tabi tutuluyor, taksite bağlanıyor. Böylelikle kültürel ve toplumsal alan neoliberal iktisadın kurallarına göre yeniden düzenleniyor; anlamlı ve meşru kılınıyor.
Neoliberalizm ve demokratikleşme
Neoliberalizm, bir yanıyla işçilerin düşük ücrete, uzun çalışma saatlerine ve sömürüye karşı örgütlenerek verdikleri büyük mücadelenin yarattığı krize sermayenin verdiği cevaptır. Bir yanıyla ise devletlerin farklı kimliklerin taleplerine karşı yeniden yapılanmasıdır. Tüm dünyada 2. Dünya Savaşı ve sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan ve 1960’larda ve 70’lerde sürdürülen büyük özgürlük mücadelelerini şiddetle ezen devletlerin, yeni düzenlerini meşrulaştırırken sermaye ile girdikleri ittifakın adıdır. Aynı şekilde 2000’lerde gerçekleşen AKP demokratikleşmesini de Kürtlerin tarihsel çıkışına, özgürlük uğruna kalkıştıkları büyük hareketlenmeye verilmiş ve neoliberal ekonomik yeniden yapılanmadan ilham almış, bir başka cevap olarak okuyabiliriz. Bu cevap, halktan tarih yapıcı potansiyelini çalmaya, halkı eyleyişten uzaklaştırmaya, halkı icraatları beğenip beğenmeme pozisyonuna, yani müşteriye indirgemeye kalkışır. Bu cevap aynı zamanda farklı kimliklerin yine onları üreten mücadelelerden soyutlanıp, fetişleştirilerek merkezde göreceli temsiline dayanır. Merkez sürekli olarak müşterilerini memnun edecek yeni ürünleri, yeni demokratik paketleri, yeni kent projelerini müjdeleyerek gelecek zamanı kolonize eder. Nimetlerini hayırseverlik (ve cemaat) üzerinden mülksüz ama milli ve ahlaklı olanlara dağıtır. Ürününü tüketmeyen ve beğenmeyen böylelikle merkeze katılmayı ret edenleri eski kafalı, uyumsuz ve öngörüsüz olarak betimleyerek tarihin dışına atmaya çabalar.
Nitekim AKP’nin büyük bir reklam kampanyası ile birlikte ortaya attığı ve adeta bir ürünmüş gibi farklı kesimler nezdinde test ederek son halini verdiği paket, kendileri ve liberaller tarafından halen neyin beğenilip neyin beğenilmediği mahiyetinde tartışılmaya devam edilmekte. Bir sonraki paketin daha iyi olacağı vaat edilerek ona muhalefet edenler, şikayetçi ve nankör oyun bozanlara indirgenmekte.
Oysa mesele elbette bu değil. Mesele örneğin anadilinde eğitimin özel okullara havale edilmesiyle kurulmaya çalışılan düzen. Böylelikle büyük mücadelelerle üretilmiş anadil hakikati bir takım mülkiyetli seçkinlerin özel alanda yapacakları bir müşteri seçimi muamelesine tabi tutulacak. Cemaatlere yeni rant alanları sağlanacak. Bülent Küçük’ün ‘Demokratikleşme Maketi Neye Yarar?’ isimli Bianet’te çıkan olağanüstü yazısında anlattığı gibi yoksul Kürtler cemaatin “hayırsever müteşebbis teşkilatların(a) ve vakıfların merhametine bırakılacak. Çevik ve parlak olanları Türkçe’nin yanında Kürtçe eğitim veren bu misyon sahibi okullarda yemekli-yataklı-burslu okuyarak devşirilecek. Kendilerini gönülleri fethetmeye adamış bu misyoner şirketler çok ciddi kazançlar gütmeksizin asi Kürtlerin ruhlarına ve bedenlerine İslami kardeşlik üfleyerek milli ve kutsal hizmetlerini sabırla icra edebilecek.”
Böylelikle kapitalizmin bildiğimiz ve yakından tanıdığımız şiddeti siyasi alanda da kendini gösteriyor. AKP şiddeti illaki öldürmekten geçmiyor artık. Demokratik değerleri ret etmekten değil, bu değerlere el koyup onları alınır satılır kılmaktan ya da elinde biriktirip sonra bahşetmekten geçiyor. Demokrasiyi taleplere indirgemekten; demokrasiyi çözüm sürecinden ve bu süreci oluşturmuş emekten ve tarihten ayırmaktan geçiyor. Emeği değil ürünü tartıştırmaktan geçiyor.
Öte yandan şunu hatırlamakta fayda var: Bugün dünyada halklar gittikçe daha fazla AKP tipi tüketici-demokrasileri ve neoliberal yapılanmaları sorguluyor; dünyada ciddi farklılaşmalar ve değişimler yaşanıyor ve daha da yaşanacağa benziyor. Türkiye’de Gezi Ayaklanması’ndan ODTÜ’ye, Antakya’dan Tuzluçayır’a, Gülsuyu isyanından Altın Portakal ödüllerinin Kürt sahiplerine kadar çeşit çeşit gruplar enginlere sığmıyor taşıyor. Bu bağlamda AKP paketi de Türkiye’de son bir yılda yaşadığımız egemenlik parodilerinin son perdesi olarak ele alınabilir ve bir kez daha AKP’nin sonunu müjdelediği söylenebilir.
Bu parodinin en can alıcı üç perdesinden bahsetmek mümkün. Bunlardan birincisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açlık grevleri sırasında Alman medyası karşısında cebinden bir gazete sayfası çıkartıp aylar öncesi çekilmiş bir resmi göstererek “kuzu kebap yiyorlar” demesiyle yaşandı. Bir ikincisine Gezi Parkı halk isyanı sırasında Erdoğan’ın marjinallerle iyi çocukları, gittikleri tuvalete göre ayırmaya kalkışmasında, “otel lavabolarını kullanan faiz lobisinin kurbanları” ile “ihtiyaçlarını parkta gideren marjinaller” sayıklamalarında tanık olundu. Üçüncüsü ise paketin açıklanması ile gerçekleşti. Paketi daha önceden Kolaturka’ya benzetirken elbette sıradan bir benzetme yapmayı amaçlamamıştım. Kolaturka da büyük bir reklam kampanyası ve vaatlerle beraber açıklanmıştı. Ama hepimizi utandıran bir durumdu söz konusu olan. Daha iyisi çoktan yapılmıştı. Onu bile beğendiğimize emin değildik. Gereksizdi, boşuna beklemiştik ve üstelik daha önemli işlerimiz vardı.
İktidarların yaptıkları ve söyledikleri, üzerinden zaman geçince hep parodiktir. Ancak şaşkınlıkla-gülme; korkuyla-gülme; inanmayla-gülme arasında geçmesi gereken zamanın uzunluğu o iktidarı ayakta tutar. AKP için o zaman sıfırlandı. Sürekli olarak kendi suretiyle baş başa kalıyor. İnandırıcılığını hızla kaybediyor. Yoksa Başbakan’ın paketi açıklarken ki konuşması, sözlerini sarf ettiği anda yaşanacak büyük hayal kırıklığını bir sonraki zamanda açıklanacak bir başka pakete beklentiye evirmeye çalışması başka nasıl açıklanabilir? Ürünün berbatlığı karşısında tüm pazarlamacı gazetecileri ve hükümet erkanını bir an evvel paketin içeriğini konuşulmaz kılacak yeni bir reklam kampanyası yapmaya dair daveti gülünç değil de nedir?
AKP maharetini kaybediyor
Bir diğer deyişle AKP maharetini kaybediyor. İktisadi ve toplumsal alanda her şeyi alınır-satılır kılarken ve siyasi alanda her türlü değere el koyarken kullandığı ve olan-bitene anlam veren dil iflas ediyor. Mülkleştirilen ve millileşen alanlara sığmayan, mülksüzleştirilip “milli” olanın dışına atılan toplumsal kesimler, AKP’nin dilinin örtüsünü kaldırarak, hakikati ifşa ediyor.
Bu tarihsel koşullarda, Türkiye’de muhakkak ki bir üçüncü yol açılacak. Nitekim AKP’nin içinden bir yeni oluşumun çıkması pekala mümkün ve bunun üzerine spekülasyonlar uzun süredir devam ediyor. Türkiye’nin liberal kesimlerinin ve sermayenin bel bağladığı bu spekülasyonlar bizim anladığımız anlamda bir üçüncü yol olmayacak. Tam tersine. Bugün artık gittikçe daha kendimizden emin bir şekilde telaffuz ettiğimiz gibi bu üçüncü yol ancak ve ancak Türkiye’de mülkleşme, millileşme ve aileleşme alanlarına sığmayan toplumsal hareketlenmelerin oluşturacağı bir ittifakla açılacak. Haliyle bugün artık topluma baktığımızda bundan bir kaç sene evvel gördüğümüzden çok daha büyük bir hareketlenme yaşandığına tanığız. Sosyal politikalar yoluyla aileleştirilemeyen kadınlar ve LGBT bireyleri, kalkınmayla mülklüleştirilemeyen köylüler ve kentliler, merkezi iktidarın gasp ederek millileştirdiği değerlerinin kendilerine yabancılaştırıldığı Aleviler, Kürtler, Müslümanlar ve diğer kimlikler her alanda örgütleniyor. Eyliyor, konuşuyor, belgeliyor ve ilişkileniyor. Ancak tüm bu farklı örgütlenmelerin ve muhalif bireyselliklerin ortak bir siyasete nasıl akacağı sorusu hiç basit değil.
Bu gün ihtiyacımız olan, örgütlenmiş ve bütünlüğünü ulusal kimlik üzerinden kurmuş, çok çeşitli ittifaklara dayalı Kürdistan muhalefeti ile Türkiye’nin bu çok parçalı, çok çeşitli ezilmişliklere dayalı ve kendini siyasetin dilinin karşısına konumlandırmış muhalif toplumsallığının birbiri ile iletişime geçebileceği bir dil, örgütlenme ve eylemsellik yaratmak. Bu aynı zamanda barışın sağlanmasının da gerekli koşulu. Her ne kadar müzakerelerin süreceğine dair umudumuzu korusak da; müzakerelerin egemenler arası bir kılıç kuşanma, bir riskler ve kazanımlar hesaplaşmasından çıkarak derin bir toplumsal yeniden yapılanmaya dönüşmesi ancak farklı muhalif kesimlerin kendi dertlerini ve değerlerini hakiki olarak ifade edebilecekleri bir zeminin oluşmasıyla gerçekleşecek. Bunun AKP ve dolayısıyla devletin sağlayacağı bir zeminde gerçekleşmeyeceği açık. Tam tersine AKP, Kürt Özgürlük Hareketi ile ilişkisini kendine yöneltilmiş toplumsal muhalefetleri hiçleyerek, kendini hem toplumun hem siyasetin asli ve makul aktörü olarak kurarak; Türk’ün, milletin, mülkün ve ailenin yegane temsilcisi haline getirerek sürdürüyor. Pakete başörtüsünü, kurban derisini, seçim barajını ve anadili aynı anda sokuyor. Toplumla siyaset arasındaki tek köprüymüş gibi bir hal takınıyor. İşte mesele bu köprünün altından çok suyun aktığını görmek ve göstermekten geçiyor. Bir sonraki yazının konusunu, Türkiye ve Kürdistan’ın bugünkü tarihsel koşullarında, yakın zamanda ana muhalefet konumuna yükselmesini dilediğimiz ve buna niyetlendiğimiz BDP-HDP hattı oluşturacak.
***
Kürtler, Aleviler, gençler, eşcinseller, ekolojistler, kadınlar hayırseverlikten bezmiş, kalkınmaktan yorulmuşlar. Hizmet yerine başlarına gelenlere dair bir cevap bekliyorlar. AKP’nin kolonize ettiği geleceklerinin ve savaşla terörize edilmiş yaşamlarının bir başka ihtimale açılmasını istiyorlar. İşte HDK’yi ve dolayısıyla HDP’yi Türkiye’de gerçek bir alternatif yapacak bu gruplardır
BDP ve Kürt Özgürlük Hareketi
Bir önceki yazıda AKP’nin çizdiği neoliberal çerçeve içerisinde asıl ret ettiğinin Kürtlerin talepleri değil bu talepleri üreten emeğin tanınması olduğunu belirtmiştim. Türkiye’de AKP’nin bu anlayışına hakiki anlamda muhalefet etmeye ve demokratik bir toplum ve siyaset inşa etmeye en önemli aday elbetteki Kürt Özgürlük Hareketi ve dar anlamıyla “legal” alanda ise BDP. Ancak BDP’nin içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşullar, onun da zaman zaman yenilenmesini gerektiriyor. Bunun hem reel politik anlamda hem de sosyolojik anlamda önemli sebepleri var. En kestirmeden söyleyecek olursak, BDP’nin -hem Türk devletinin propagandaları, hem onun liberal üfürükçüleri dolayısıyla- Türkiye’de yaşayan ve Kürt olmayan halkların ancak kısıtlı bir kısmına seslenebilmesi bir sebep. Bir başka sebep, Kürdistan bütünlüğü ve Kürt tarihselliği içinde ittifak yapılan kesimlerle, Türkiye’de ittifak yapılabilecek kesimler arasındaki ideolojik makas. Bu makas konjonktürel olarak kimi zaman açılıyor; kimi zaman daralıyor. Geçen yılın tamamını kaplayan tartışmalardan bildiğimiz gibi Aleviler ve İslamcılar, milliyetçiler ve solcular, orta sınıflar ve alt sınıflar, BDP siyaseti içinde Kürtlük zemininde kimi zaman beraber kimi zaman rakip hareket ediyor. Ancak bu durum Türkiye’de potansiyel olarak Kürtler dışında kime seslenileceği, kimle ilişkileneceği sorusuna cevabı değişken ve kaygan kılıyor. Bu sebeple de her bir grup BDP’den farklı manevralar bekliyor.
Sürekli yenilenen Kürt Hareketi
Öte yandan sürekli yenilenmenin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin başarısının en önemli sırrı olduğu da ortada. Bu yenilenme hareketin kaçınılmaz bir biçimde belli pozisyonlar, kişiler ve alanlarda biriktirdiği egemenliğin, genişleyerek, yeniden yapılanarak, müzakerelere girilerek aşındırılmasını/dağıtılmasını/demokratikleşmesini sağlıyor.
Nitekim Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm sürecinin parçası olarak gördüğü 4 konferans, BDP’nin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi tarihsel koşullarını aşması için benimsenecek yöntemi ortaya koymuştu. Bu konferanslar hareketin kendinden farklı yaklaşımlar, tabanlar ve siyasi öznelerle üretici bir müzakereye girmesini ve esnek toplumsal ittifaklar yaratmasını amaçlıyordu. Benzer bir şekilde kendisini gittikçe daha fazla gösteren demokratik toplum ve özerklik hamlesinin anlamının da belli bir toplumsal, siyasi ve iktisadi modeli örgütlemek kadar, yerellerle girilen müzakereler sonucu değişmek ve daha da derin bir biçimde halklaşmak, halklaşarak genişlemek olduğunu söylemek mümkün. Bu sayede örgütlemek ve örgütlenmek yepyeni bir anlama kavuşacak. Toplumsal alan Kürt Özgürlük Hareketi’ne göre, hareketin gözetiminde ve denetiminde değil, bizzati hareketin kendisi olarak yeniden yapılanacak.
Toplumsal alanı yeniden düzenleme
Bu son derece önemli bir hamle. Hareket bir yandan kendini, değerlerinin dolaşıma girdiği bölgesel ve küresel sahneye daha sistemli ve demokratik bir biçimde açarken; bir yandan da halkla ilişkisini bir feda, hediye, bedel ekonomisinden çıkartarak; radikal demokrasiye, sürekli eylemliliğe ve devrimci eşitliğe tercüme ediyor. Böylelikle demokratik paketin en can alıcı alt metni olan ve Kürdistan’da AKP ve nesnel ittifaklarının yapmaya çalıştığı orta sınıflaştırma (eşitsizleştirme), milliyetçileştirme (reformistleştirme), talepleri sembolikleştirerek oluşturduğu yeni sınıflara mal etme (eylemsizleştirme), hamlesine sosyolojik bir cevap veriliyor.
Bu kolay bir süreç olmayacak. Çünkü AKP’nin ekonomik, toplumsal ve siyasi alanı mülkleştirme, millileştirme ve (aileleştirme) üzerinden birbiri ile uyumlu kılma çabasına, topyekün bir alternatif oluşturma iddiası taşıyor. İktisadi, toplumsal ve siyasi alanları yeniden düzenleme niyeti içeriyor. AKP’nin Sünni İslami gelenekle de harmanlanmış, hizmet, kalkınma ve hayırseverlik söylemlerine müdahaleyi; bu söylemlerin yerine tabandan gelecek yeni ve aynı derece cazip siyasi ve evrensel terimleri oluşturmayı gerektiriyor. Hizmet, kalkınma ve hayırseverlik fonksiyonel sosyolojinin terimleridir. İnsan doğasını ve toplumsal olanı var sayarak, onların gene var sayılan ihtiyaçlarına derman olma iddiasına dayanan ahlaki bir dil ihtiva eder. Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasileştirdiği toplumsal bakışta ise cinsiyet, ekoloji ve özgürlük; ataerkillik, sömürü ve seçkinleşmeye karşı, Marksist, feminist ve antiemperyalist bir sosyolojiyi yaşama geçirmeyi hedefliyor. Bunların tamamını birbiri ile uyumlu kılacak, yani siyasi ile toplumsalı ve ekonomik olanı, kamusal ile gündeliği, bilimsel ile yerelliği bütünleştirecek evrensel ve eylemsel dili oluşturmak süreç içinde gerçekleşecek ve illaki geleneksel değerlerle de beslenecek bir yol bulacak. Bu geleneksel değerler İslami olabilir, olmayabilir; belli bir toprak parçasında yaşamakla ilgili olabilir, olmayabilir, ancak her daim ezilmenin bilgeliğinden gelir. Daha önce barış süreci ile ilgili yazdığım yazılarda hakikat ve müzakerenin bu tür terimlere örnek teşkil edebileceğini ifade etmiştim.
Taktiksel değil stratejik
Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgesel boyutta yeni bir dünya inşa etmesi; Kürdistan’da milliyetçileşme, orta sınıflaşma ve AKP ile ittifaklaşmaya karşı başarı sağlamasının önemli yollarından biri de Türkiye’de de iddialı bir var oluşa, bir karşılığa kavuşmasından geçiyor. AKP dışında bir toplumsal alanı icra etmekten geçiyor. Daha önce defalarca denildiği gibi HDK-HDP oluşumu ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilişkisini taktiksel değil stratejik kılan da bu. Ancak burada en büyük mesele şu: Kürdistan’daki çok farklı ezilmişlik izlekleri Kürtlük üzerinden bir arada tutulabilir ve siyasileştirilebilirken, batı cephesinde böyle bir çerçeve bulunmuyor. Öte yandan toplumsal anlamda Türkiye’de çok ciddi muhalifleşmeler de yaşanıyor. Bu muhalifleşmeler farklı zamanlarda homofobiyi, mezhepçiliği, ataerkilliği, doğa sömürüsünü, ırkçılığı ve şiddeti sorguluyor. Ancak sözünü ettiğim çerçeve yokluğu sebebiyle Türkiye’de siyasi olarak bir arada durmak idealde yukarıda sayılanların tamamına (pratikteyse bunların da elbette dışlayıcı ve hiyerarşik bir sıralaması var ama şimdilik bunu geçelim) karşı olmaktan geçiyor. O zaman da kesişen küme haliyle daralıyor.
Kanımca genişlemek, kimliksel olanla sosyolojik alanın çoğulluğunu bir araya getirmekten geçiyor. Homofobi, mezhepçilik, ırkçılık, ataerkillik, şiddet, doğa sömürüsü vs. karşıtlığını, bunları benimseyen çoğul ve parçalı sosyolojik yapının tamamını kapsamak ve birbiri ile ilişkilendirmek gerekiyor. Bu ise söylemsel ve bilinçssel düzeyde değil pratik anlamda yapılacak sancılı bir iş. Yoksa eyer bu değerlerin tamamına aynı anda sahip hazır öznelerin merkezde yer alması arayışına koşulursa, HDP-HDK oluşumunun toplamı yine etkisiz kalacak, toplumla ilişkisi yine steril olacaktır. Nitekim AKP son zamanlarda bu çelişkiyi derinleştirme çabasında. Kürt hareketi ile zıtlaşarak ve uluslaştırarak onu sembollere ve taleplere indirgeyerek bu potansiyel sosyolojik zeminden koparmaya çalışıyor.
HDP ve HDK
Bu ayın sonunda HDK ve HDP kongreleri var. Bu kongreler HDK ve HDP çerçevesinde bir araya gelmiş olan Türkiye’nin batısındaki demokrasi güçlerinin yerel seçim siyasetini belirleyecek. Bu sebeple kongrelere giden yolda ve sonrasında bunlarla ile ilgili derin tartışmalar yürüterek bunları güçlendirmek gerekiyor. Bu tartışmanın en önemli eksenini ise yukarıda da belirttiğim gibi nasıl bir genişleme siyaseti izleneceği ve Kürt Özgürlük Hareketi ile girilecek ilişki oluşturuyor. Bugün bunların birincisi ile ilgileneceğim.
Genişleme söz konusu olduğunda, işe öncelikle Türkiye toplumsal alanını örgütlenecek bir boşluk olarak ya da belli isimlerin temsil ettiği bir ideolojik ya da kimlikler bütünü olarak görmekten vazgeçerek başlanmalı. Şöyle ki: Daha önceden de belirttiğim gibi bugün gelinen noktada Türkiye’de millileştirme, mülkleştirme ve aileleşme alanlarına sığmayan irili ufaklı çok çeşitli örgütlenmeler bulunuyor. Aralarında kentsel dönüşüme, maden aramalarına, HES’lere, mülksüzleşmeye karşı örgütlenenler var. Kürtaj yasağına, sığınma evlerindeki yetersiz koşullara, üç çocuk baskısına, ev içi emeği sömürüsüne, erkek şiddetine, mahkemelerde, ofislerde, sokakta erkeklerin kayrılmasına itiraz edenler, hayatlarını değersizleştiren ve onları her gün ölümle tehdit eden homofobiye karşı mücadele edenler, prekayalaşmaya, taşeronlaşmaya, sonu gelmez atama vaatlerine, özlük haklarından yoksunlaştırılmaya, iş kazalarına, kredi borçlarına karşı durmaya çalışanlar var. Cem evlerinde “terörist” muamelesi görmeye, din dışı sayılmaya, din içileştirilmeye, mezhepleştirmeye, okul müfredatıyla disipline edilmeye tahammülü kalmayarak bir araya gelenler, sansür ve güvenlik politikalarıyla disipline edilmeye karşı talep geliştirenler var. Kuzey ormanları savunması hareketi, engelliler dernekleri, tarım kooperatifleri var. Türkiye’de astronomik sayıya ulaşmış derneklerden de anlaşılacağı gibi toplumsal alanda mücadele eden onlarca grup bulunuyor. Üstelik bu grupların birçoğu kendilerine müşteri muamelesi yapılmasını, ya da oy deposu olarak görülmeyi değil; bizzati kendilerini ilgilendiren konularda siyaset yapıcı olmayı istiyorlar.
Ayrıca bu grupların birçoğu laik-Müslüman, Kürt-Türk ekseninde kutuplaştırılmış siyasi alanda kendilerini temsil edilir görmüyorlar. AKP’nin mülkleştirme, millileştirme ya da aileleştirme siyasetlerine kah dahil oluyor, kah bunlardan ayrışıyorlar. Toplumsal muhalifliklerini ise bir bütünsel özne inşasına tercüme etmek arzusunda ve niyetinde değiller. Yani bilinir bir siyasi kimliğin içinde kendilerini göremiyorlar. Örneğin bunlar -ki muhalefetin asli aktörleridirler- HDK içinde nasıl var olur? Kürt Hareketi ile nasıl ilişkilenirler? İşte bu konuda cesaretli adımların atılması AKP’yi en korkutan mesele.
Öte yandan Türkiye’de demografik bir devrim yaşanıyor. Genç çoğunluğun büyük bir kısmı hizmetten boğulmuş, hayırseverlikten bezmiş, kalkınmaktan yorulmuşlar. Hizmet yerine başlarına gelenlere dair bir cevap, kalkınma yerine kamusal alanda beraber durmalarını sağlayacak araçlar, hayırseverlik yerine ötekiyle şiddetsiz bir diyalog istiyorlar. Birçoğu Kürt ve metropollerde yaşıyor. Çoğu kadın ve birçoğu Alevi. Çoğunluk bankalarda, çevirmenlik bürolarında, call-centerlarda, turizm acentalarında, lokantalarda, atölyelerde çalışıyor. Birçoğu taşra-şehir hattında git gelli yaşamlar sürüyor. AKP’nin kolonize ettiği geleceklerinin ve savaşla terörize edilmiş yaşamlarının bir başka ihtimale açılmasını istiyorlar. İşte kanımca HDK’yi ve dolayısıyla HDP’yi Türkiye’de gerçek bir alternatif yapacak bu grupların katılımıdır. Bu tür gruplarla birlikte siyaset yapmanın ne demek olacağını bilmiyoruz. Gündelik hayatlarında demokrasiden, eşitlikten ne anladıklarını, hangi evrensel değerlere sahip çıktıklarını bilmiyoruz. Belki de işin en heyecan verici kısmı bu. Bu ise bir kez daha zoru başarmayı gerektiriyor. Türkiye’de ve Kürdistan’daki çok parçalı toplumsal yaşamı tanımayı, ondan öğrenmeyi ve toplumsal aktörlerle radikal bir eşitlik içine girmeyi gerektiriyor.
Kısacası bir sosyolog olarak, ne bildiğimiz anlamda siyasi, ne de bildiğimiz anlamda kimliksel ittifakların Türkiye ile Kürdistan’da ortak bir üçüncü seçeneği örmek için yeterli olmadığını savunuyorum. HDK’nin rolünün toplumsal müzakereyi ve toplumsal alandan çıkacak terimleri geliştirmek olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de toplumsal muhalefetin ortak siyasi çerçevesini şu anda büyük ölçüde AKP karşıtlığı belirliyor. Bir zamanlar bu, CHP’nin temsil ettiği bürokratik elitizm karşıtlığıydı. AKP toplumsal güçlere dayanarak bugünkü durumuna geldi. HDK/HDP içinde daha içerikli bir siyasi çerçeve derinlikli bir toplumsal müzakere ile belirlenecektir. AKP’nin kendini sürekli müzakerenin tek taraflı temsilcisi olarak yaratmasını aşmak ancak tüm bu gruplara biz demekle mümkün olacaktır.
Son yerine
Roboski felaketinin, soykırımının ikinci yıldönümüne üç ay kaldı. Gezi Direnişi’nin parlak anlarından birinde Twitter’da AKP’ye karşı başlatılan bir kampanyada -üstelik aynı sıralarda AK gençlik neyinizeksik hashtagiyla dünya trendlerinde ilk ona girmişken- AKPcevapver başlığı altında Türkiye’nin farklı kesimleri AKP’ye Roboski’yi sordu. Sonra Enes Ata’yı, Abdullah Cömert’i, Ceylan Önkol’u, Ethem Sarısülük’ü, Berkin Elvan’ı, Murat İzol’u sordu. Atanmayan öğretmenleri, ödenmeyen sağlık sigortası primlerini, tersanelerde ölenleri, cemevlerini, Roman açılımını, Siirt davasını, Malatya cinayetlerini, Sakine Cansız’ı, N.Ç’yi, Ahmet Yıldız’ı, Ruhban Okulu’nu, Hrant Dink’i, Savaş Buldan’ı, Vedat Aydın’ı, JİTEM’i, Hüseyin Avni Mutlu’yu, Hizbullah’ı, bekaret kontrollerini, yurt tecavüzlerini, nehirleri, dağları, ormanları sordu. Genişlemenin ve toplumsallaşmanın anahtarını bu tür toplumsal hareketlenmeleri çoğaltmak oluşturuyor.
Bu tür toplumsal hareketlenmeler sembollerin arkasında değil içeriğin, emeğin, hafızanın arkasında durur. AKP bizi doğal sınırlarına geldiğimiz taleplerin, reflekslerin arkasına ittikçe kendimizden göreceli vazgeçerek öteki “mutsuzlarla” ilişkilenmek zorundayız. HDP ve HDK bunun denendiği bir zemin olmalıdır.
[Bu makale, ilk 21 Ekim ve 22 Ekim tarihinde Özgür Gündem yayınlanmıştır.]